Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.
Toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Artık sonuna yaklaştığımız mübarek Ramazan-ı Şerif’iniz ile bugünlerde aramamız tavsiye edilen Kadir Gecenizi tebrik ediyorum. Yüce Allah’tan milletimizi, Müslümanları ve tüm insanlığı bu mübarek günler hürmetine rahmetiyle, mağfiretiyle, affıyla, bereketiyle kuşatmasını canı gönülden niyaz ediyorum. Bir tarafta Ramazan-ı Şerif’e veda edecek olmanın hüznünü, diğer tarafta bayrama kavuşacak olmanın heyecanını aynı anda yaşıyoruz. Rabbim bizleri sağlık, afiyet ve huzur içinde Ramazan Bayramı’na da eriştirsin diyorum.
Gazze, Filistin ve Yemen başta olmak üzere gönül coğrafyamızın farklı köşelerinde yaşanan ölümlerin, acıların, zulümlerin, mağduriyetlerin, haksızlıkların bir an önce sona ermesini temenni ediyorum.
Son toplantımızdan bu yana iftar programlarımızla, yabancı kabullerimizle, telefon görüşmelerimizle, çeşitli etkinliklerle yine yoğun bir mesaimiz oldu. İsrail saldırıları başladığında ülkemize getirdiğimiz Gazzeli mazlumlardan sağlık çalışanlarımıza, devlet koruması altındaki evlatlarımızdan, harbiyeli gençlerimize, çiftçi kardeşlerimizden önceki dönem ve 28. dönem milletvekillerimize kadar halkımızın çok çeşitli kesimleriyle muhabbet sofrasında bir araya geldik, kucaklaştık, hasbihal edip hasret giderdik.
Bugün de Külliyemizde eğitim-öğretim ordumuzun neferlerini ağırlayacak, yarın ise Kredi Yurtlar Kurumundaki öğrencilerimizle bir arada olacağız. Ertesi gün işçi emekçi kardeşlerimizi milletin evinde misafir edeceğiz. Yani son güne kadar dayanışma, paylaşma ve kardeşlik ayı Ramazan-ı Şerif’in manasına uygun şekilde idrak etmeye çalışacağız. Yine bu süreçte bilhassa bayram öncesinde yüzlerini ülkemize dönmüş mazlum ve mağdurlara el uzatmanın yanında olacağız.
Dünyanın dört bir yanında zulme uğrayan bölgelere yönelik yardımlarımızı hem gönüllü kuruluşlarımız hem de resmî kurumlarımız vasıtasıyla artırdık. Ülkemiz içinde de bir taraftan belediyelerimiz ve parti teşkilatlarımız, diğer taraftan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarımız aracılığıyla ihtiyaç sahiplerinin kapısını çalıyor, hâlini, hatırını soruyoruz. Son 23 yıldır olduğu gibi bugün de garibin, yetimin, öksüzün, Allah’tan ve devletten başka kimsesi olmayanların imdadına koşuyoruz. Onlara kol kanat germeyi hamdolsun azimle sürdürüyoruz.
Dış politika bağlamında Polonya Başbakanı Sayın Donald Tusk’un ülkemizi ziyareti oldukça anlamlıydı. Kendisiyle Ukrayna-Rusya savaşındaki son durumun yanı sıra, Avrupa ülkeleriyle son günlerde yoğunlaşan diyaloğumuzu da istişare ettik. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan hararetli tartışmalar Türkiyesiz bir Avrupa güvenliğinin mümkün olmayacağını göstermiştir. Sadece güvenlik boyutuyla değil, ekonomiden diplomasiye, ticaretten sosyal hayata birçok alanda Avrupa’nın ülkemize olan ihtiyacı açıkçası ikrar edilmeye başlandı. Avrupalı dostlarımız politikalarını rasyonel bir zeminde belirledikçe Türkiye’yle münasebetlerin önemini de idrak ediyorlar. Bunları Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceği açısından ümit verici gelişmeler olarak okuyoruz.
Küresel ölçekte meydana gelen hızlı ve ani değişimler daha fazla diyaloga ve kurumsal iş birliğine ihtiyacımız olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye ortak çıkarlar ve karşılıklı saygı çerçevesinde Avrupa ülkeleri ve birlikle ilişkilerini ilerletmeye hazırdır. Elbette bu Türkiye’nin tek başına sergileyeceği bir irade değildir. Aynı iradenin muhataplarımızda da mevcut olması esastır. Türkiye’nin yıllardır istikrarlı bir şekilde izlediği stratejik yaklaşımın Avrupalı mevkidaşlarımızın politikalarına da yön vereceğine inanıyorum. Ukrayna’daki savaşla ilgili son gelişmeleri de dikkatle takip ediyoruz. İlk günden beri Türkiye olarak burada çok doğru bir yerde konumlandık. Dünyadaki hiçbir hadiseden haberi olmayan ülkemizdeki muhalefet başta olmak üzere kimsenin dolduruşuna gelmedik.
İki komşunun arasında dengeli, hakkaniyetli, her ikisini de güven veren bir tutum sergiledik. Barışın kaybedeninin olmayacağını her platformda vurguladık, bugün de aynı çizgimizi koruyoruz. Dördüncü yılına giren bu savaşın daha fazla kan dökülmeden, daha fazla yıkım olmadan adil bir barışla sona ermesini arzu ediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nin 30 günlük ateşkes teklifine Rusya’nın kısmen de olsa olumlu yaklaşımını barışa giden yolda mütevazı, fakat kıymetli bir adım olarak görüyoruz. Bölgemizin bir an önce istikrarsızlık ve çatışma anaforundan çıkması için tüm diplomatik imkânlarımızı seferber etmiş durumdayız. Bu konudaki düşüncelerimizi Amerikan Başkanı Sayın Trump’la yaptığımız telefon görüşmesinde kendisiyle de paylaştım. Oldukça samimi geçen görüşmemizde Sayın Trump’la belirlediğimiz 100 milyar dolarlık ticaret hedefimizin önündeki tüm engellerin kaldırılması dâhil, birçok önemli meseleyi ele aldık. Suriye başta olmak üzere bölgemizdeki güncel kritik gelişmeleri detaylıca değerlendirdik. Sayın Trump’ın ikinci döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin farklı bir ivme yakalaması pekâlâ mümkündür. Bölgemizdeki tüm zorluklara rağmen özellikle iki müttefik ülkenin iş birliğini zehirlemeye çalışan lobilere rağmen, tüm coğrafyamızın selameti için bunu başaracağımıza, başarmamız gerektiğine inanıyorum.
Her yıl olduğu gibi bu sene de 18 Mart’ta Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıl dönümünü milletçe gururla kutladık. Çanakkale Zaferimizin 110. Sene-i Devriyesinde canları pahasına Çanakkale’yi geçilmez kılan ölümsüz kahramanlarımızı bir kez daha rahmetle, şükranla, kemali hürmetle yâd ettik. Suriye’den Gazze’ye, Halep’ten Tebriz’e, Musul’dan Kudüs’e kadar gönül coğrafyamızın dört bir yanından şehitler Çanakkale’de koyun koyuna, yatmaktadır. Çanakkale ruhu işte bu dayanışmanın, işte bu kader ortaklığının vücut bulmuş hâlidir. Çanakkale ruhu hem millet olarak hem de kardeşlerimizle bizi birbirimize bağlayan yüksek bir şuurdur. İnşallah bu ruhu yaşatmaya, yüceltmeye devam edeceğiz.
Geçen hafta ayrıca baharın müjdecisi olan bolluk ve bereketin bayramı Nevruz’u da yine büyük bir coşkuyla kutladık. 21 Mart’ta ve takip eden günlerde birkaç menfi fotoğraf dışında milletimizi üzen, tedirgin ve rencide eden nahoş olaylar yaşanmadı. Genel itibarıyla özellikle geçmiş yıllara kıyasla daha huzurlu bir Nevruz geçirdik. Biz de İstanbul’da partimiz tarafından düzenlenen programla milletimizin, coğrafyamızın ve Türk dünyasının Nevruz heyecanına ortak olduk. Nevruz’un milletimizin kardeşliğini simgesi olarak resmî bayram olarak kutlanmasını arzu ediyoruz.
Yine Nevruz Bayramı’nın Türk dünyasının ortak anma ve kutlama günü olarak kabulünü önümüzdeki zirvede teklif edeceğiz.
Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Nevruz etkinliklerinden yansıyan bazı görüntüleri tabi ki biz de tasvip etmiyoruz. Ama buna rağmen bu yılki kutlamaların olaysız, gerilimsiz, şiddetsiz bir şekilde gerçekleştirilmesini milletimizin birliği ve dirliği adına çok anlamlı buluyoruz.
Fakat bakıyorsunuz bir polisimizin ücretini kendi cebinden ödeyerek engelli bir vatandaşımızdan satın aldığı pamuk şekeri çocuklara vermesi ana muhalefet aktörleri tarafından eleştiri konusu yapılıyor. Emniyet güçlerimize baltayla, hava fişekle, yanıcı asitle, molotofla, taşla, sopayla saldıran sokak teröristlerine kucak açanlar, polisimizin çocuklara pamuk şeker ikram etmesini dillerine doluyorlar. Daha düne kadar şehir şehir oy dilenen kendileri değilmiş gibi şimdi çıkıp utanmadan pamuk şeker üzerinden hamaset yapıyorlar. Öyle bir çarpık zihin dünyasına sahipler ki, polise taş atılmasıyla, molotof atılmasıyla, asit atılmasıyla, baltayla saldırılmasıyla bir sorunları yok. Esnafın dükkânının camının, çerçevesinin indirilmesiyle bir dertleri yok. Milletin malının, mülkünün yağlanmasıyla bir sıkıntıları yok. Tarihî camilerimizin avlusunun affedersiniz meyhaneye çevrilmesiyle de hiçbir problemleri yok. Ama Nevruz Bayramı’nda polisimizin çocuklara pamuk şekeri dağıtması bunları rahatsız ediyor. Bu tutarsızlığın, bu büyük çelişkinin milletimiz tarafından, özellikle Kürt kardeşlerimiz tarafından da not edildiği kanaatindeyim.
Şunun da bilinmesini isterim: Bu faşizan dil millet karşısında zaman kaybetmiştir, bundan sonra da kaybetmeye mahkûmdur. Terörsüz Türkiye hedefine yaklaştıkça istismar malzemeleri ellerinden alınanların bu tür hezeyanlarına anlaşılan daha çok şahit olacağız. Onlar ne yaparsa yapsın, biz milletimizi 40 yıldır kanını ve kaynaklarını emen terör musibetinden kurtarmakta kararlıyız. Biz, Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Sünni’si, Alevi’siyle, Çerkez’i, Laz’ıyla, 85 milyonun emanetini taşıyoruz. Biz, dünyanın en büyük, en güçlü, yıldızı en çok parlayan ülkelerinden birini, Türkiye’yi yönetiyoruz. Bize yakışan, 23 yıldır olduğu gibi kutuplaşma yerine kucaklaşmayı, kavga yerine dayanışmayı, nefret siyaseti yerine sevgi siyasetini savunmaktır. Ne pahasına olursa olsun muhabbetin, barışın, kardeşliğin, evrensel dilini yüceltmekten geri durmayacağız. Nifak ve nefret saçanlara aldırmadan bolluk ve bereketiyle baharın gelişini simgeleyen Nevruz’u 85 milyon olarak birbirimize yeni bir umutla sarılma vesilesi hâline dönüştürmeye gelecekte de devam edeceğiz.
Başta olmak üzere gönül ve kültür coğrafyamızdaki tüm kardeşlerimizin Nevruz Bayramı’nı bir kez daha tebrik ediyor, aramızdaki sevgi ve kardeşlik bağlarını güçlendirmesini yürekten temenni ediyorum.
İstanbul merkezli bir yolsuzluk operasyonun ardından Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nın yaptığı sokak çağrısı sonrası ortaya çıkan ve kısa sürede şiddet hareketine dönüşen olayları milletçe ibretle takip ettik. Marjinal örgütlerin ve şehir eşkıyalarının saldırıları sebebiyle 5 günde 123 güvenlik görevlimiz yaralandı. Kendilerine bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Her türlü provokasyona rağmen sabırla, soğukkanlılıkla görevlerini yerine getiren güvenlik kuvvetlerimizi kutluyor, kendilerine teşekkür ediyorum.
Genel başkan dâhil Ana Muhalefet Partisi yöneticileri maalesef çok büyük bir şuursuzluk örneği sergilemiştir. Yolsuzluk, soygun, irtikâp, iltimas, rüşvet iddialarına cevap vermek yerine, beş gün boyunca siyasi tarihimizin en basiretsiz, seviyesiz, ahlak ve hukuk yoksunu açıklamalarına imza atmışlardır. Vandalların saldırılarında yaralanan polislerimizin, camı çerçevesi kırılan esnafımızın, zarar verilen milyarca liralık kamu malının tek sorumlusu sokak çağrısı yapan Ana Muhalefet Partisi lideri ve şürekâsıdır. Elbette bunların siyasi hesabı Meclis’te, hukuki hesabı ise yargı önünde sorulacaktır.
Aziz milletim; son beş gündür tanık olduklarımız bize şu gerçeği bir kez daha göstermiştir: Türkiye gibi büyük bir ülkenin basiret, vizyon ve kalite açısından çok küçük, çok iptidai, çok çapsız bir Ana Muhalefet Partisi vardır. Bunları bırakın devleti, bırakın yerel yönetimleri, bir belediye büfesi bile teslim edilmeyeceği tekrar ortaya çıkmıştır.
Tabi burada şunu da ifade etmek durumundayım: İSKİ skandalından tam 32 yıl sonra, tek parti faşizminden 80 yıl sonra bu millete yeniden dejavu yaşattılar. Tek parti döneminde sandığın neye hizmet ettiğini güya seçim denilerek yıllarca nasıl bir tiyatro oynandığını dün bizzat görmüş olduk. CHP’nin demokrasi anlayışının açık oy, sayım gizli sayım komedisinin bir adım ötesine geçemediği tekrar ispatlanmıştır. Aradan geçen 80 yıla rağmen zerre kader değişmediklerini 85 milyona tekrar hatırlatan CHP’nin kendi çalıp kendi oynadığı oyunu tebessümle izlemeye devam edeceğiz. Parti için iktidar mücadelelerini milletin meselesi hâline getirmelerine de aracılık yapmayacağız.